Bazı alanlarda enerji talebini karşılamak için arzın arttırılmaya çalışıldığı dikkat çekiyor. Ancak bundan daha etkili olan talebi yönetmektir, ki bu da enerji tasarrufunu da kapsayan sürdürülebilir girişimleri gerektirir. Yerküre ısınıyor, sürdürülebilir teknolojilere duyulan ihtiyaç giderek artıyor. İklim değişiyor ve doğa ana bu değişikliğe direnemiyor. Dünyanın her yerinden doğal afet haberleri alıyoruz. İnsan kaynaklı iklim değişikliğine bağlı kayıplar her geçen gün artıyor ve dünya daha önce hiç olmadığı kadar çok tartışıyor iklim değişikliğini ve etkilerini. Çünkü veriler, gezegenimiz için geri dönülemeyecek bir noktaya doğru hızla ilerlediğimizi gösteriyor.
NASA, aletsel sıcaklık ölçümünün yapılmaya başlandığı 1880 yılından bu yana en sıcak yılın 2016 olduğunu açıkladı. Yine NASA tarafından yapılan açıklamaya göre bu dönem içerisinde yaşanan en sıcak 17 yılın 16’sı 21. yüzyıl içerisindeydi. Sürdürülebilir teknolojilerin yokluğunda, bu bize sera gazı emisyonları başta olmak üzere insan kaynaklı etkilerin iklim değişikliğini nasıl tetiklediğini gösteriyor. Özellikle sınai faaliyetlerin 21. yüzyıl içerisinde yaygınlaşması, iklim değişikliğinin tahmin edilenden hızlı gerçekleşmesine neden oldu. Bundan 30 yıl önce küresel ısınma ve iklim değişikliği “geleceğin tehditleri” arasında sıralanıyordu ancak öngörüler düşünülenden çok daha kısa zamanda gerçekleşti. Kuşkusuz bunda hızla artan ve 2050 yılında 9,8 milyara ulaşması beklenen dünya nüfusunun da etkisi var. Sınırlı kaynaklarla bu kadar büyük bir popülasyonun ihtiyaçlarına cevap vermek gittikçe zorlaşıyor.
Bunun yanı sıra kaynakların dünya nüfusu arasında dengeli bir şekilde paylaşılmaması da bir başka sorun teşkil ediyor. Dünya üzerinde 815 milyon insan yetersiz beslenmeye bağlı olarak açlıkla mücadele ederken, 640 milyon kişi dengesiz beslenme nedeni ile obeziteyle mücadele ediyor.
Doğanın sunduğu kaynaklar hızla tükeniyor, insan kullanımına uygun temiz suya erişim sağlanamıyor, dünya ülkeleri gelecekte gıda güvencesinin nasıl sağlanacağına ilişkin kaygılarla ulusal politikalar geliştiriyor. Her ne kadar yukarıda bahsi geçen konulara baktığımızda karamsar bir tablo ile karşılaşsak da umut verici gelişmeler de yaşanıyor. Özellikle son 10 yılda dünya ülkeleri “sürdürülebilir” teknoloji kavramı üzerinden hareketle ortak bir zeminde buluştular. Karar vericiler “gezegenin bize kalan bir miras değil, çocuklarımızın emaneti” olduğu gerçeğini görerek adım attılar. Diğer taraftan küresel iş dünyası da aynı anlayışla hareket ederek kaynak verimliliğine dayanan, başta çevresel olmak üzere ekonomik ve sosyal çıktıları ile de sürdürülebilirliğe dayanan iş modelleri geliştirdiler.
Bu iş modellerinin tamamına yakını, öncelikli alanlarının başına enerji verimliliğini alıyor. Çünkü enerji üretim ve kullanım alışkanlıklarımız iklim değişikliğinin nedenleri arasında sıralanıyor. Tabii diğer taraftan enerji sektörü de gerek arz gerekse talep noktasında iklim değişikliğinin etkisinde kalıyor. Bu noktada enerji verimliliğine ve sürdürülebilir teknoloji ve iş modellerine odaklanan üretim ve iş modelleri daha büyük önem kazanıyor. Bazı alanlarda enerji talebini karşılamak için arzın arttırılmaya çalışıldığı dikkat çekiyor. Ancak bundan daha etkili olan talebi yönetmektir, ki bu da enerji tasarrufunu da kapsayan girişimleri gerektirir.
Enerji verimliliği ve kaynakların etkin kullanımı ile doğrudan ilişkili bir sektörde faaliyet göstermek tüm bu konularda bizleri sorumlu kılıyor. Bu nedenle iş süreçlerimizin tamamında bu sorumlulukla hareket ediyoruz. İş ortaklarımızın da bu sorumluluğu paylaştığını, içinde yer aldığımız projelerin insan odaklı ve çevre duyarlı olduğunu bilmek bize mutluluk veriyor. İnançla ve umutla gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımızın daha yaşanır bir dünya yaratmasını diliyoruz.